6 Mart 2024 Çarşamba

Reaktif Kişilikten Proaktif Kişiliğe Geçiş; Başarı Yolculuğu




İnsanın yaşamı iniş çıkışlarla şekillenmektedir. Nasıl ki kalp grafiği iniş çıkışlı olması insanın yaşadığına işaretse zorluk ve kolaylıklarla örülü bir hayat da onun diri, yaşayan olduğuna işarettir. Zorluk, sıkıntı, bela, yenilgi ve musibetler gibi sevinç, neşe, mutluluk, başarı ve galibiyetler de bir realite olarak karşımıza çıkar.

“Her zorluktan sonra bir kolaylık vardır.” Bu temel ilahi ilke başarının yolunu işaret etmektedir. Nasıl ki bir konuda söz sahibi olmak için ilk önce o konunun genel ve özel hatlarını öğrenmemiz gerekiyorsa, bir alanda başarılı olmak için de karşılaştığımız zorlukları aşacak bir iradeye ve kararlılığa sahip olmamız gerekmektedir.

Reaktif kişilik başarının önündeki en büyük engeldir.

İlerlemeyi düşündüğümüz alanda olası problemler bizi yıldırıyor ve arkamızı dönüp gitmemizi söylüyorsa bu zayıf bir kişiliğin göstergesidir.

Peki reaktif kişilik nedir?

Başarısızlıkların nedeni olarak daha çok çevrenin, şartların, imkânsızlıkların olduğunu düşünerek iradesini bunlara göre şekillendiren bir kişiliktir. Yani başarısızlığın nedeni daha çok kendilerinin dışındaki etkenlerdir. Bu kişiliğe sahip bireyler için başarısızlığın mutlaka bir nedeni vardır. Bu nedenler onun başarısına karşı tuzak kuran hainlerdir.

“İmkânlarım el vermedi.”

“Bütün sorunlar zaten beni bulur.”

“Ah şundaki imkân ben de olacaktı ki neler yapacağımı gösterirdim.”

Felaket tellallığına soyunanların hayal ettikleri hedefe ulaşması mümkün değildir. Sürekli olumsuzlukları çağıranın pozitif bir sonuca ulaşması mümkün değildir. Bunların anlamadığı hakikat ise şudur;

Hiçbir başarı bireye yattığı yerden sunulan bir lütuf değildir.

Bu aşamada bize bir ışık yakan Thomas Edison’a 999 denemeden sonra yaptığı bininci deneyde ampulü bulmasıyla ilgili bir soru yöneltilir.

“Efendim 999 kez hata yapmanıza rağmen bininci deneyi yapacak gücü nereden buldunuz?”

“Ampulün icadı bin aşamalı bir süreçti. Hata gibi görünen ilk 999 aşama bininci ve son aşamaya götüren öğrenmelerle doluydu.”

İşte Proaktif bir kişilik! Yapılan hataları bir sonraki aşamanın basamağı olarak görüp yeni deneyimlerle hedefine korkusuzca mücadele ederek ilerlemek.

Paula Coelho’nun Simyacı adlı eserinde de benzer bir olayı görmekteyiz. Altın madeninde yıllarca maden arayan kişi umudunu kaybedip tam vazgeçmişken tekme attığı bir taşın duvara çarpıp altını çıkarmasıyla yeniden hırsla işine sarılır.

Son adımın hangisi olduğunu bilmediğimiz çabayı başarıya ulaştırıncaya kadar pes etmeden sürdürmek proaktif kişiliğin göstergelerindendir.  

Başarılı kişilerin en belirgin özelliklerinden birisi, başarısız insanların korkup kaçtığı, terk ettiği noktada azimle çalışmaya, mücadeleye devam etmeleridir.

Burada şu hususun altını özenle çizmek gerekir; kendisine gücü yetmeyen kişinin hiçbir şeye gücü yetmez.

İnsan ilk önce hayata ve olaylara karşı zayıf yönlerinin neler olduğunu öğrenip onları güçlendirmesi gerekir. Çünkü başarısızlığın ilk nedeni tembelliktir.

Mohamdas Karamçand Gandhi mücadeleye farklı bir soluk getirerek ilkeli yaşamın insana neler kazandıracağını açık bir şekilde gözler önüne sermiştir. Ülkesini işgal eden, haksız vergilerle canlarından bezdiren Britanya’ya karşı ünlü “Gandhi Tuz Yürüyüşü” ile cevap vermiştir. Yaklaşık dört yüz kilometrelik yolu yürüyüp sahilden aldığı tuzu temizleyerek yasanın geçersizliğini halkına haykırmış ve Hindistan’ın, Biritanya’a başkaldırısında öncülük etmiştir.

“Gelecek, bugün ne yaptığına göre şekillenir,” sözüyle bugünün yarının mühendisi olduğunu ve kaderin insanın duygu, düşünce ve eylemlerinin sonunda gerçekleşeceğini söyleyerek büyük bir lider olarak tarihe adını yazdırmıştır.

Onun geliştirdiği Satyagraha, pasif direniş savaşlara, haksızlıklara, zulümlere nasıl barışçıl bir tepki verileceğinin de yol haritasıydı.

Bir insanı değerli kılan husus ise söyledikleriyle uyguladıklarının uyum içinde olmasıdır. Onun şu sözü yaşamının özetidir.

“Şiddet göstermeme inancımın birinci maddesidir. Aynı zamanda o benim itikadımın da son maddesidir.”

“Adaletsiz rejimi adaletle yıkınız. Alkışlar önüne kansız elle çıkınız.”

Reddettiğimiz bir dünyanın kendisi olarak elde ettiğimiz kazançlar aslında en büyük yenilgimizdir. Biz olmaktan çıktıktan sonra neyi başardığımızın veya kazandığımızın ne önemi vardır ki.

Başarı yolculuğumuza Nobel kimya ödülünü alan ilk Türk bilim insanı Aziz Sancar’la devam edebiliriz. Sekiz çocuklu ailenin yedinci çocuğu olarak dünyaya gelen Aziz Sancar aslında yaşadığı birçok olumsuzlukları proaktif kişiliğiyle aşarak dünya bilim tarihine adını yazdırmıştır. Bu onun için kolay, güllük gülistanlık bir yoldan tabi ki geçmedi. Ekonomik, psikolojik, sosyal sıkıntılarla boğuşmasına rağmen asla pes etmeyen çelik iradesiyle hayalini gerçekleştirdi.

“Başarı, zekâ kadar çalışmakla elde edilir. Sebat lazım, inat etmek lazım ve çalışmak lazımdır.”

“Elmas ile kömür aynı karbon sayısına sahip. Ancak moleküler yapıları sebebiyle biri elmas diğeri kömürdür. Kömüre bu yüzden kara elmas denir. İnsanı düşünelim, herkes topraktan yaratıldı. Ancak ahlak, merhamet, vicdan gibi kimyasal bağları onun asıl cismini belirler.”

Kara elmas kendi kullanım alanında değerli olmasına rağmen bir elmasla binlerce kara elmas alabilirsin. Bu açıdan vicdanlı bir insan da elmas kadar değerliyken, vicdansız insan kara kalpli ve değersizdir.

Başarılı insanlar koşullarının, içinde bulundukları şartların onların ne olması gerektiğine izin vermeyerek iradelerini zorluk masadıyla keskinleştirerek sıra dışı insanlar olarak adlarını tarihe yazdırırlar. Bu ise hiç de öyle yattığın yerden, oyunlar oynayarak, eğlenerek elde edilecek paçavra bir unvan değildir.

Önceki sözümüzü hatırlayalım; başarılı kişilerin en belirgin özelliklerinden birisi, başarısız insanların korkup kaçtığı, terk ettiği noktada azimle çalışmaya, mücadeleye devam etmeleridir.

Siz başarı yolunda rahatınızı bozmazsanız rahat sizi bozar.

Bozulan kimyanızla duygu ve düşünce tarlanıza hep umutsuzluk tohumları atarak yaşamınızdan içi boş ürünler devşirirsiniz. Ürünlerinizin içinin boş olması sizin umutsuzluğunuzun ve tembelliğinizin bir sonucudur. Her içi boş ürün sizi karamsarlık bataklığına doğru sürükler.

Şimdinin pişmanlığı, geçmişte yaşadığımız yanlışların acısını, yenilgisini gidermez. Ancak şimdinin sorumluluğunu alıp zorluk masadıyla keskinleştirdiğimiz irademizle hayatı yaşamaya çalışmak “Pişmanlıkkıran” azim kayalıklarıyla umutsuzluk dalgalarının bizleri etkisi almasına engel olabiliriz.

Müsaade ederseniz kısa bir parodi denemesi yapmak istiyorum.

Sahnede bir doktor hastasını muayene etmektedir. O sırada dışarıda bir genç de sırasını beklemektedir. Doktor muayeneyi bitirdiğinde sıradaki hastayı çağırır. Hasta içeriye girer.

Ancak hasta ve doktor birbirini gördüğünde şaşkınlıktan gözleri fal taşı gibi açılır.

“Hayri!”

“Hasan!”

İkisi de aynı liseden mezun arkadaştır. Hayri doktor olmuş, Hasan ise hala asgari ücretle iş arayan birisidir. Hayri;

“Nasılsın Hasan? Ne işle uğraşıyorsun?”

“Sağ ol Hayri elhamdülillah iyiyim. Şimdi asgari ücretle çalışacağım bir iş arıyorum.”

“Ah be Hasan o günleri hatırlıyor musun? Sana çalışman gerektiğini her söylediğimde…”

“BU kadar inekleme oğlum, derdim değil mi?”

“Evet ben şimdi ne söylesem, sen ne kadar pişman olsan o günler geri gelmez.”

“Aslında hocamızın sözü bugün gibi aklımda; şimdinin pişmanlığı geçmişte yaşadığımız yanlışların acısını gidermez be Hayri! Ama senin adına sevindim. Başarılar dilerim.”

İki arkadaş muayeneden sonra sarılarak ayrıldılar. Bu kısa parodi bize kararlarımızın kaderimize ışık tutacağını göstermesi açısından önemlidir.

Hayallerimiz düşüncelerimizi, düşüncelerimiz kararlarımızı, kararlarımız alışkanlıklarımızı, alışkanlıklarımız ise kaderimizi şekillendirir. Yaşantımızı zorluk masadıyla keskinleşmiş irademizle inşa etmeye çalıştığımızda hayallerimiz gerçekleşen kaderimiz olur.

Aksi takdirde hayallerimiz hep hayal olarak kalır.

Bir çocuk düşünün… Doğumunda iki kolu da yoktur. Anne babasının o anki ruh halini anlamak mümkün değildir. Sümeyye Boyacı’dan bahsediyorum. Hayata kaç sıfır başladığını bile bilmekten aciz olma durumudur.

Ancak proaktif kişilik, şartlara boyun eğmeyecek kadar keskin ir irade, güçlü bir kararlılık ve hayatı pozitif değerlendirecek bir bilincin sahibidir. Daha küçük yaşlarında ayak parmaklarıyla resimler yapar.

Özgüveni yüksek bir bilinç…

Bir gün akvaryumdaki balıkları seyrederken onların da kolsuz olduklarını ama yüzebildiklerini fark eder.

Farkındalık ne kadar önemlidir değil mi?

O günden sonra yüzme kursuna yazılır. Kısa sürede yüzmeyi öğrendiği gibi hocasının dikkatini de çeker. Ve milli takıma uzanan yol görünür.

Azim ve kararlılığın sonunda Avrupa ve Dünya şampiyonlukları gelir. Başaracağına inanan ve kararlılıkla çalışan Sümeyye adını tarihe yazdıranlardan olur.

Adını tarihe yazdıranlar hep başarısız olanların yapmaktan hoşlanmadığı işleri yapanlardır.

Ve çocuk işçisi Mutlay sayan.

Iğdır’ın bir köyünde gözlerini hayata açan Mutlay Sayan ailesinin ekonomik durumundan dolayı İstanbul’a taşınmak zorunda kalırlar. Babası rahatsızdır ve o okula gidememektedir. Ailesiyle birlikte tekstil fabrikasında çalışmaya başlar. 2,5 yıl fabrikada çalışır. Okul onun için sanki hayaldir. Küçük bir beden ve işçilik…

On üç yaşına geldiğinde okumaya karar verir. İlkokula 13 yaşında başlar. Dezavantajlı çocuklardan birisidir. Hayat birçok insana göre ona gülmemiştir. Ancak o kararlıdır.

Kararlı ve istikrarlı irade dalgalarının önünde duracak bir engel yoktur.

Tunceli’de liseyi birincilikle bitirirken, matematik yarışmasında da birinciliği elde etmiştir. Kader, kararla şekilleniyor ve iradeyle nihayete eriyordu. Ve Mutlay Sayan %100 burslu olarak Vermont Üniversitesi’nde Tıp Fakültesi’nde okuma hakkı elde ediyordu. Çocuk işçilikten Harika Çocuk yolculuğu başlıyordu. Üniversiteyi de birincilikle bitirerek kariyerinde Emin adımlarla ilerlemektedir. 100 bingenç bilim insanı içinde ilk yirmiye girerek ve yazdığı bilimsel makalelerle Wunderkind (Harika Çocuk) unvanının haklı sahibi olmuştur. Mutlay Sayan, kariyerine Harvard Üniversitesinde  Radyasyon Onkolojisi alanında çalışmalara yaparak devam etmektedir. 

Evet görüldüğü gibi tarihe adlarını yazdıranların en önemli özellikleri

1-     Başaracaklarına olan inançlarını kararlılıkla devam ettirmeleri

2-     Önlerine çıkan engeller karşısında yılmadan mücadeleyi sürdürmeleri

3-     Proaktif kişilikle sorunları sorun olmaktan çıkarmaları

4-     Başarısız insanların yapmaktan hoşlanmadıklarını yapmaları

5-     Koşulların kölesi olmaktan kurtulmaları

6-     Hayallerinin peşinde keskin iradeleriyle yürümeleri

7-     Zorluklar karşısında umutsuzluğa düşmemeleri

8-     Düşüncelerini eyleme dökecek bir disiplin ve sorumluluk bilinciyle çalışmalarıdır.

 Seyit Ahmet Uzun

 

3 Mart 2024 Pazar

Kalemim Kimliğimdir



Kalemim Kimliğimdir

Ben şair Seyit Ahmet

Kalem tek sermayem

Yazmak onurlu bir eylem

Zulmün karşısında direnen

Kelimelerim geçit töreninde

Adaletin terazisinde

Mazlumun hamisi değilse

Zilletin sözcüsüdür her kelime

Kalemim kimliğimdir

Muhalif bir bilinç resmim

İlhamımı aldığım göklerden

Öğrendiğim ilk hakikat

Eylemleri yargılama sahibine göre

Adalet çizgisini aşma

Zulmün temsilcisi olursun

Unutmam

Kalemimin kimliğim olduğunu

Susarsa bir gün mürekkebim

Zulmün şaşalı serabında

Boynu bükük kalmıştır sözlerimin

Konforun keskin giyotininde

Elveda derim gözlerim yaşlı

Kaybettiğim kimliğime

Tanıyamadığın aynadaki resmime

Seyit Ahmet Uzun

 


2 Mart 2024 Cumartesi

Kara Haberin Ola Ey İsrail Bu Gece


Yangın yerine dönse de Gazze
Kassam Tugayları söndürür yüreklerinde 
Top, tüfek, tank 
Neyle gelirseniz gelin
Cehennem sizi bekliyor
Ey Siyonist İsrail uşağı 
Siz deyin Yeşaya kehaneti 
Kassam Tugaylarını bekler
“Nasrun minallahi ve Fethun Garip”

Gece  kan gölüne gebe
Geber kanında ey İsrail bu gece
Ey siyonist İtrail
Cehenneme döndü bu gece
Cehennem seni bekliyor bu gece 
Kara harekatı KARA haberin ola
Firavunun boğulduğu su
Bu gece senin yatağın ola
Kassam Tugaylarının tünelleri 
Rabbimizin size sunduğu tufanı ola
Tünellerde boğulasınız bu gece

Seyit Ahmet Uzun

1 Mart 2024 Cuma

Evlilikte Mutsuzluğun Nedenleri 1 Eşi Değersizleştirme

 Eşi Değersizleştirme

Tolstoy, bir kadının ihaneti üzerinden aileyi ve toplumu sorguladığı eseri Anna Karanina’ya “Bütün mutlu aileler birbirine benzer, her mutsuz ailenin mutsuzluğu kendine göredir.” Cümlesiyle başlar. Biz de yazımızda ailelerin mutsuzluğunun nedenleri üzerinde durmaya çalışacağız.

“Mutlu aileler birbirine benzer.” Evet bu ailelerin ortak özelliği öz güveni yüksek, kendisiyle barışık, birbirine saygılı eşini ve çocuklarını illa kendisi gibi yaşamaya zorlamayan, niyet okumayan, üçüncü şahısları (bunlar anne, baba, kardeş, amca, dayı, hala, teyze gibi en yakınları olsa bile) aile işlerine karıştırmayan özgür bireylerden oluşuyor olmasıdır.

Mutlu ailelerde eşler özgürdür. Çünkü “Olgun bir evliliğin üzerine bina edileceği ve gerçek sevginin gelişebileceği tek temel, kendinin ve eşinin gerçek bağımsız kişilikleri ve birbirinden ayrı benlikleri olduğunu kabul etmektir.”[1] Eşinin bağımsız kişiliğinden rahatsız olan bireylerin ailede mutluluk rüzgarları estirmesi çok zordur.  Eşinin konuşmasına, fikir beyan etmesine, kendi varlığını belirtmesine tahammül edemeyenler evde köle isteyen zavallı bireylerdir.

Aileyi sürekli güç gösterisinin sergilendiği bir arena gibi gören zihniyetlerin mutlu bir aile oluşturma şansı yoktur.  Kişiliğin yok edildiği bir ailede karşılıklı mutlu olacak bireyler yoktur. Çünkü evin hâkimi sadece bir eş (kadın ve erkek fark etmez) ise diğeri köledir. Aile ise iki özgür bireyin birlikte yaşamaya söz verdikleri birlikteliktir. İşte bunun için mutlu ailelerin en önemli birinci özelliği eşlerin birbirini özgür bir kişilik olarak benimsemeleridir.

Mutsuzluğun birçok sebebi vardır.  Bunları sırasıyla ele alıp kısa değerlendirme yapacağız.

Her şeyden önce aile iki farklı bireyin varlığıyla anlam ifade eder. Eşlerden birisi diğerini kendisi gibi olmaya zorlar, kendisinin dediği gibi yaşamasını isterse burada özgür birey ortadan kalkmış, yerine köle bir kişilik getirilmiştir.

Aile olmayı kölelik kültürü olarak gören ilkel birlikteliklerde mutluluk ve mutsuzluk söz konusu olamaz. Çünkü köle ile efendi arasındaki bağ aile, sevgili, sevgi, saygı değil güç, kudret, hükümranlık bağıdır.

Eş gücüne, kudretine, parasına, kazancına dayanarak diğerinin üstünde tahakküm kuruyorsa orada birey yoktur.  Aslında bu bakış açısı kişinin kimle evli olduğunu veya evli kalmasını istediğiyle alakalıdır.

Erkek veya kadın köle mi yoksa özgür bireyle mi birlikte yaşamak istiyor?

Bu sorunun cevabı açıktır. Eşin düşüncelerine değer verip, onu dinliyor ve dikkate alıyorsa (üçüncü kişilere rağmen) özgür bireyle evli kalmak istiyordur. Böyle değil de ‘sadece benim dediğimi yapacaksın, dediğimden çıkmayacaksın, fikir beyan etmeyeceksin’ deyip eşinin duygularına kayıtsız kalıyorsa köle bireyle evli kalmak istiyordur.

O zaman da eş, kölenin karısı, kölenin kocası olacaktır.

Eşini evinin kralı ve kraliçesi yapabilenler ise kralın karısı, kraliçenin kocası olma ayrıcalığını yaşayacaktır. Ancak günümüzde daha çok köle eşler tercih edilmektedir.

Evlenirken kızına “Kocanı avucunun içine alacaksın, onu sen çekip çevireceksin” diyen anlayışla oğluna “Karına göz açtırmayacaksın, o el kızı, onu bize tercih etmeyeceksin, bir defa söz hakkı verirsen yularını ona kaptırırsın” diyen anlayış aynıdır. İkisi de evli gençleri birey olarak yok edip kendilerinin kölesi yapmaya çalışmaktadırlar. Genç evliler bu tuzağa düşmeden karısına ve kocasına saygı, sevgi, sorumluluk ve adalet bilinciyle yaklaşabilirlerse aileyi mutsuzluğun büyük tuzağından kurtarmış olurlar.

Çünkü artık kendileri özgür bir birey aile ortamları da mahrem bir alandır. Mahrem alana bir başkasının girmesine izin vermek eşi değersizleştirmenin kapısıdır. Bu kapı açılırsa artık aile yol geçen hanına döner. Kimin dili kimin onurunda bilinmez.

Evlilikte mutsuzluğun en temel nedenlerinden birisi buraya kadar anlattıklarımızdan anlaşılmıştır; eşe insan olarak değer vermemek. Burada şu hususun altı çizilebilir; değer vermek para vermekle, hediye almakla alakalı değildir. Köleye de para verilir, hediye alınır.

Para kişilik ve mutluluk kazandırmaz.

Her şeyi para olarak gören zavallılar, parayla eşinin mutluluğunu, kişiliğini satın alacağını sanma cehaletini gösterir. Eşinin duygularını, düşüncelerini dikkate almayıp kendi bencil düşünce dünyasına hapsedenler eşini kendisinin esiri gören zavallılardır. Onlara göre mutluluk sadece kendilerinin algı, duygu, düşünce dünyasının tatminidir.

İnsanın eşini yargılamadan dinlemesi, anlamaya çalışması en büyük huzur ve mutluluk kaynaklarındandır. Sevmek dikkate almaktır, değer vermektir, anlamaya çalışmaktır. Eşinin duygularını yok sayarak sadece kendi istediği gibi yaşamasını beklemek köle eş edinmenin adıdır.

Köle, şahsiyeti olmayan sadece istenilenleri yapan zavallı bir varlıktır.

Seven insan, sevdiğinin gelişimi için kendinden fedakârlık yapabilendir. Dr. Scott Peck bu konuyla ilgili şunu söylemektedir. “Eğer birini gerçekten seviyorsam belli ki davranışlarımı da onun ruhsal tekamülüne en çok katkıda bulunacak şekilde ayarlarım.”[2]

Buradan anlayacağımız husus kadın veya erkek eşini sevdiğini iddia ediyorsa onun ruhsal olgunluğuna, gelişimine, huzuruna, mutluluğuna katkı sunacak bir yaklaşımın içinde olmalıdır. Bu ailede huzurun teminatıdır. Ancak eşler birbirinin başının belası oluyorsa, bencil arzularını dayatıyorsa orada bir eş yoktur. Emrine amade bir köle vardır. Kölenin görevi sadece itaattir.

Bu özellikteki eş dediğini yaptırıyorsa tatmine ulaşmış, mutlu olmuştur. Bu durum horoz, tavuk ilişkisindeki kadar hayvanidir. Üzerine çullandığı eşinden tatmin olan horoz, tavuğun duygularına, psikolojisine karşı ilgisizdir. Önemli olan kendisinin arzusunun tatmin oluşudur.

İşte ailede eşlerden birisinin değersizleştirilmesi, ötekileştirilmesi, susturulması, üçüncü kişilerin sözlerine göre yargılanıp, köleleştirilmesi mutsuzluğun en temel nedenlerinden birisidir.

Nice aileler var ki mutluymuş gibi bir yaşama çocukları için katlanmaktadır. Otuz beş yıllık evlilik, otuz bir yıllık öğretmenlik hayatımda bunun çok örneklerini gördüm. Dr. Scott Peck Ailede gerçek sevginin nasıl oluşacağının altını şöyle çizmektedir.

“İki insan birbirini ancak, her biri kendi başına yaşayacak güçte olup da birlikte yaşamayı seçtikleri zaman sevebilir.”[3] Bağımlı kişinin duyguları gerçek değildir. Gelirine, ekmeğine, parasına muhtaç olunan birisine karşı hissedilen duygu sevgiden ziyade bağımlılıktır. Köleliktir.

Eşine insan olarak değer vermeyenler, onların sevgilerini asla hak etmiyordur.

Geleneğin, atalar kültürünün etkisiyle erkek egemen anlayışın dayatmasına boyun eğenler, evde sadece kendilerinin borusunun ötmesiyle mutlu olur.

Seyit Ahmet uzun

 [1] Dr. Scott Peck- Az Seçilen Yol sf. 94 Akkaşa Yayınları

[2] Age. Sf.164

[3] Age. Sf. 100

Reaktif Kişilikten Proaktif Kişiliğe Geçiş; Başarı Yolculuğu

İ nsanın yaşamı iniş çıkışlarla şekillenmektedir. Nasıl ki kalp grafiği iniş çıkışlı olması insanın yaşadığına işaretse zorluk ve kolaylıkla...